ahmet-hacumre ...Ahmet Arıkan, 2017 Hac ve Umre Yapılışı, Hac ve Umre Slayt, Temettü haccın yapılışı, Hac geniş bilgi, Hac ve umre nedir, Hac ve umre ile ilgili kavramlar, Hac yapmak, Umre yapmak, Haccın şartları, Haccı anlamak, Kabe' ziyaret, mikat, Haccın menasikleri, Hacca toplu bakış, Hac ibadeti, hacdaki semboller, Haccın yapılış sırası, Vakfe, Arafat, Mina, Müzdelife, Kabe, Hac, Umre, Zilhicce, Şeytan Taşlama, Cemarat, Medine, Mekke, İhram, Tavaf, Telbiye, Terviye, Hac ibadeti,
Hac
dönüşünde, kendime şöyle bir söz vermiştim. O kutsal bölgelerde yaşanan huzuru,
mutluluğu herkese anlatmalıyım ki onlarda gidip görüp nasiplensinler. Ruhsal
boyutta yaşanılan bu mutluluk, ancak kalpte kalıyor... Dille nasıl anlatılır ki? Tarifi nasıl olur diye hep düşünüp durdum. Daha geniş kitleye ulaşabilme adına
blogla başlamaya karar verdim. Önce Hac ve Umrenin yapılışını, dualar, kutsal
yerlerle ile ilgili temel bilgilerle başladım. Ve bunlara şimdi de hac ile
ilgili ortaya atılan asılsız yalanlara daha geniş anlamda cevap vermeyi
ekliyorum. İnternet mecrasında bu bilgiye ulaşmak isteyenlere bilgilendirmek
adına vicdanen, dinen sorumluluk hissettim.
Çoğumuz,
Hac ve Umre dönüşündeki insanların mutluluklarını, tekrar tekrar gitme
isteklerini şahit olmuşuzdur. Peki, dini vecibenin dışında bunları orada bu
kadar çok mutlu edecek ne var ki? Dünya
gözüyle bakıldığında yeşillik adına hiçbir şey
olmayan kupkuru çöl, bunaltıcı sıcaklık, bir o kadar kalabalık ... Deniz,
manzara, tarihi eserler, ilgi çekecek çevrede yok. İnsanlar da bir o kadar
farklı. Dil, yemek, giyim kuşam kültür
olarak şekil olarak çok farklı ... Kısacası her şey nefse,
alışkanlıklarımıza karşı… Memlekette 5 dakika fazla camide duramazken, burada
gece uyumanın dışında bütün gün bunaltıcı sıcağın altında tavaf, namaz ve
diğer ibadetlerini yapacaksın. Hem de bir gün değil, on gün -yirmi gün - bir ay
…. Bunlara rağmen, karınca yuvası gibi milyonlarca insanlar sürekli hareket halindeler.
3/5 saat uykunun dışında sürekli Kabe'nin çevresindeler usanmadan bıkmadan...
Çevrenize bakıyorsunuz anlamaya çalışıyorsunuz, memleketinde yürümekte zorlanan
yaşlılara ne oldu ki birden ayağa kalkmış koşuyorlar sanki Kabe etrafında.
Diğer taraftan sıcağa, kalabalığa aldırmadan, izdihamın içinde bin bir zorlukla
tekerlekli sandalyede ağır ağır tavaf edenler, yorgunluktan sırtına omuzuna
koluna tutunup tavaf etmeye çalışan çocuklar, eşler, anneler, babalar…. Dünya
gözüyle baktığımızda Kabe'ye... Ne özelliği var ki siyah örtünün içinde, çok
basit bir şekil, hiç bir süsü, farklılığı olmayan bir taş yapı…
İşte
o an… Kabe'yi ilk gördüğümüz an… Anlıyoruz ki tavaf edenleri. Maksat Kabe
değil, Kabe'nin yaratıcısını görmek. Evet dünya gözüyle asla göremeyiz O’nu.
Biz görmezsek de O’nu, O bizi görüyor. İşte o zaman anlıyoruz ihsan makamını... Zaman
duruyor o an. Kalp sanki göğüsten fırlıyor, Kabe ye koşarcasına. Mantık/akıl şaşıp
kalıyor, anlayamıyor idrak edemiyor devre dışı kalıyor. Hep derler ya
anlatılmaz, yaşanır….Bu aşk hiçbir aşkla boy ölçüşemez. Ruh adeta bedeni sırtında taşıyor Kabe
etrafında, beden yorulmak, doymak bilmiyor.
Burası
Kabe Allah’ın evi. Hidayet, bereket, canlanma, huzur kaynağı. Harem bölgesi her
canlı Allah’ ın korumasında. Ot dahi kopartamazsın, kuşu dahi korkutamazsın. Burası,
bütün Müslümanların ortak yeri. Allah katında herkesin özel yeri var burada. Rabbi
davet etmiş, kul da icabette bulunmuş. Rabbim her gelen misafirine mutlaka hediyesini
veriyor, boş göndermiyor kulunu. Yeter ki seçimini doğru yap, Şeytanın etki alanında çık ki gönül gözün
açılsın. Huzuru mutluluğu yakalayabilesin.
Bu
duygu düşünceleri herkesin görmesini yaşamasını isterim. Ne var ki bunun karşısında
olanların Hac ile ilgili yalan yanlış görüşleri beni derinden üzdü. Bunların
sosyal medya da paylaşılması, olayın boyutunun aşması, işin kara propagandalara
kadar varması beni bu çalışmaya itmeye vesile etti. Bir şeyler söylenmeli,
yazılmalı bu yalanlara, karalamalara, iftiralara karşı. Müslümanlar
zehirlenmesin. Belki onlar da bir gün pişman olup hidayete ererler. Takvada ön
sıralara geçerler. Belli olmaz insanın
hali.
Bu
konuyla ile ilgili doğru bilgi almak isteyenler için bilgi, internette kayıt oluşturmak
için bloğumda paylaşmak istedim. Hayırlara vesile olmasın Yüce Rabbim'den
diliyorum.
AHMET ARIKAN
Hac'ca dair yanlış söylemler / Haccı değersizleştirme
propagandaları;
1 -) “Hacca gidip de, Araplara para yedirmek
istemiyorum” diyenlere
Cevap;
“Hac ibadeti; Allah’ın
insanlar üzerindeki bir hakkıdır “Ayet-i
Kerime’de Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:“Onda apaçık alametler,
İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren ise emniyette olur (ona dokunulmaz). Hem
ona (oraya girmek için) bir yola gücü yeten kimsenin o evi ( Kâbe’yi ) hac
etmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, artık şüphe
yok ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiç bir şeye muhtaç değildir.)”(Al-i
İmran, 97).
Kur’an
da geçen Hac ayetlerine ek olarak Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hadislerinden
bildirdiği üzerine;
↠Hac ibadeti; Müslümanları, Hıristiyan ve Yahudilerden ayıran alametlerdendir,
↠Hac
ibadeti; en üstün ibadetlerden biridir,
↠Hac
ibadeti; bütün günahlara kefarettir,
↠Hac
ibadeti; mükâfatı sadece cennet olan bir ibadettir,
↠Hac
mevsimi, Allah’ın cehennemden en çok kul azat ettiği günlerdir,
↠Hac
ibadeti; sevap bakımından beşikteki çocuğun bile istifade ettiği bir ibadettir,
↠Hac
ibadeti; maddi olarak da Allah’ın lütuf ve kereminden istifade edebildiğimiz
bir ibadettir,
↠Hac
ibadeti; mahşer meydanının bir nevi provasıdır,
Ayrıca
Hac ibadeti; kardeşlik duygularını pekiştirir, İslam’ın birlik ve beraberlik
dini olduğunu anlatır.
Bunlara
daha birçok maddeler ekleyebiliriz.
Bu
gibi yersiz söylemler genel de Hacca gitmeyenler tarafından söylendiği gibi,
gitmek isteyenleri de engellemek adına maksatlı söylenmiş kara
propagandalardır. Bu sözleri
söyleyenlerin ilk başta itikatlarını tekrar gözden geçirmeleri gerekiyor. İslam’ın şartlarından biridir Hac. Kâbe
Allah’ın evidir. Hac ve umreciler Yüce Allah’ın misafirleridir.
Bu
düşüncede olanlara, öncelikle imanı telkin etmek gerekir. "Araplara
düşmanlık" başlı başına İslam dinene karşı duyulan (islamofobi) bir
nefretten kaynaklanmış olabilir. Bunu söyleyenlerin ya gerçekten dine böyle bir
kin taşıyor veya kendilerini güya çok vatansever göstererek paralarını
başkalarına vermemek için direttiklerini lanse etmeye çalışıyorlar.
Kullandığımız
otomobiller, otobüsler, gemiler, tranvaylar, uçaklar yurtdışı menşeli değil mi? Yine cep telefonları ve diğer lüks mallar da. Sizce bu ülkelere, bu ırklara da
para kaptırmıyor muyuz? Etrafımızı saran
Avrupaların, Amerikalarının, Siyonistlerin açık açık düşmanlığı göz önündeyken,
onların ürettiği her malı alıyor ve ülkelerine gidip hizmeti de alıp para
kaptırmıyor muyuz acaba? Sadece bu Arap düşmanlığı niye? Dünya da ilk atom bombasını atan, Kızıl
derililere katliam yapan, Yahudilerin sabun fabrikasında yakan, Ortadoğu ve Arap
coğrafyasında milyonlarca Müslümanların katleden Araplar mıydı? Arapları (giyim,
kuşam, kültür, adetler vb bakımından) sevmeyebiliriz ama bunu kin noktasına
getirmek niye? Hollywood filmlerinde bize
lanse edildiği gibi teröristler hep Müslümanlar, kahramanlar hep ABD menşeeli
kişiler olduğu için mi? Filmlerdeki kötü Rus adamların yerini şimdi de araplar
aldı. Kahramanlar her zaman olduğu gibi
atom bombası atan, birçok katliamdan sorumlu olmasına rağmen ABDliler. Hollywood
filmlerine bir de sosyal medyayı eklemek gerekiyor. Misyonerler, Siyonistler az maliyetle çok iş
çıkaracakları sosyal medyaya da el attılar. İçimizdeki müslüman kisvesine
girmiş omurgasızları üzerinden, islamı bozmaya dönük her türlü propagandaya rahatlıkla
yapabiliyorlar. İşin tuhaf yanı alıcı da rahat bir şekilde bulabiliyorlar.
(İngilizlerin Suud yönetiminde vahabiliği kurması gibi). Toplum da bu siber
(din) saldırılarına savunmasız olunca, itikatımıza gelen bu saldırıyı püskürtemediğimiz
gibi yara almaya da devam ediyoruz. Gerçek anlamda dinimizin gereğini bilmediğimiz
gibi, hayatımıza da yansıtamıyoruz. Sadece Kalpte kalan kupkuru kalan sevgi
dışında. Üst akıl her zaman olduğu gibi bunun farkında. Zayıf noktamızdan girip
planlarını bir bir uyguluyorlar. Müslüman birliğini bozmak, parçalamak için de sürü psikolojisini Arap düşmanlığı üzerinden önümüze koyup arka planda İslam
düşmanlığını çalıştırılıyor. Böylece ümmet yerine ırkçılık, kavimcilik
bölünmelere yol açıyorlar.
Tabii
ki şu an islam coğrafyasındaki olayları görmezden gelemeyiz. Bölge ülkelerin bu
oyuna düşmelerinde çok büyük hatalar var. Özellikle ülkeyi yöneten krallar
başta olmak üzere. Osmanlı'dan sonra bu bölgeler zengin yeraltı kaynakları
yüzünden sömürgeci ülkelerin göz diktiği yerler olmuş. Özellikle petrol
yatakların ele geçebilmesi için hertürlü işgal oyunlarına açık hale gelmeye
devam etmiştir. İngiliz ve işgal güçler, bölgedeki büyük devletleri zayıflatmak,
parçalamak, kaynaklarını ele geçirmek için irili ufaklı birçok devleteler
kurdurmuşlar. Irak, Kuveyt, Bayreyn, Katar gibi. Sonrasında Önce krallar satın
alınmış, arkasından da iç kaynaklar. Bu yüzdendir ki Müslüman coğrafyası savaş,
terör, işgal, bölünmüşlük içindeler. Evlerini yurtlarını canlarını mallarını
kaybetmiş durumdalar. Krallar ile halklar arasında uçurumlar oluşmuş. Krallar
işgal devletlerin kuklası olmuş, islami şuuru kaybetmişler. İslamı bozma adına İngilizler
el atında vahabiliği kurdurmuş, çoğunluk halka rağmen yönetimine de azınlıkdaki
bu görüşdeki vahabi kralları getirmişlerdir. İşte Arap halkı vahabilik
kuşatması, diğer taraftan da iran önderliğinde persliğin altında Şia'ların
kuşatması altındalar. İşgal güçlerin fitnesiyle iki taraf sürekli biribirlerine
karşı düşmanlık içindeler. Bu coğrafya Osmanlı yönetimi altındayken bu tür
ayrılıklar yoktu. Ümmet birdi. Ehl'i sünnet çizgisi içinde huzurlu bir şekilde
yaşıyorlardı.
Bu
coğrafyanın kurtuluşu ancak, Müslümanların bir an önce fabrika ayarlarına “Ehl'i Sünnet
çizgisine“ esas kimliği olan “Asr-ı saadet döneminin” misyonuna geri gelmesiyle
mümkündür. Ülkeyi yöneten devşirme, Vahabi, Şia azınlık kafaların son bulması gerekiyor.
Bize düşen görev de kanayan yarayı kaşımak değil, durdurmak. Arap halkın
kurtuluşu adına dua etmek, kara propagandalara karşı elimizden bir şey
gelmiyorsa en azından ağzımızı tutmak. İşgal güçleri zenginlikle, savurganlıkla
Kralları önce dinden sonra halktan uzaklaştırdılar. Bizde aynı hataya düşmemek
için dinimizi bozmak isteyenlere karşı uyanık olmalıyız. En büyük bela dinimize
vurulan beladır. Mala gelen bela bir şekilde telafisi vardır. Dinimize
vurulacak belanın telafisi yoktur. Çünkü artık Allah’ ın gazabını da karşınıza
almış oluyorsunuz. Onun için arap halkını krallardan ayrı tutmak gerekiyor. Bu
kısa bilgiden sonra tekrar esas konumuza gelelim;
Bir
Müslüman olarak akla şu soruları sormak geliyor? -
Gücü yeten kimselerin Hac yapması Allah’ın emridir. Allah’ın emri olduğu halde
Araplara para yedirmemek için bu emri çiğneyecek misin? Yüce Allah, Arapların
bulunduğu bölgeye giderek hac görevini yapmana cennet gibi bir ebedî saadet
yurdunu vereceğini söz verdiği halde, sırf Araplara para vermemek bahanesiyle
cenneti elinin tersiyle itmenin makul bir davranış olduğunu söyleyebilir
misiniz? - Araplardan sana trilyonları
kazandıracak bir iş teklifi gelse “Ben Araplara iş yapmam” deyip bu
menfaatini geri çevirir misin? Bütün Avrupa, ABD, Japonya ve diğerleri Araplarla
iş yaparken? - Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)
Arap soyundandır. Yarın mahşer gününde nasıl ondan şefaat bekleyebilirsiniz?
Cennetin tek anahtarı olan Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği dine imanı ve onunla
amel etmeyi ihmal edenin, bazı bahanelerle, nefis ve şeytanın telkinleriyle
görevini yerine getirmeyen kimsenin bunun karşılığını iyi düşünmesi gerekir.
Kur’an’da “cehennemden kurtulmak için elinden gelse kişi çoluk çocuğu dâhil
bütün akrabalarını, sevdiklerini ve bütün dünyayı fidye vereceğini” anlatıyor.
Araplara para yedirmemek için cehennemi tercih eden kimsenin akıllıca
davrandığı söylenebilir mi? -
Başta Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve sahabeler olmak üzere bütün dinî
kaynaklarımız Arapçadır. Yalnız bu açıdan bile olsa Müslüman Arapları din
kardeşimiz olarak sevmek imanımızın bir gereği olduğu halde, “onlara bir zırnık
vermeme” düşüncesiyle kendi dini görevlerini bile yapmamak hangi akla, hangi
vicdana sığar? -
Allah’ın öngördüğü İslam kardeşliğini bırakıp şeytanın kurduğu “Irk
kardeşliğini” esas alan kimseyi, yarın mahşerde Allah’ın elinden kim
kurtaracak? Bunu çok iyi düşünmek ve ona göre bir hayat çizgisini takip
etmek gerekir.
Daha
birçok madde yazıla bilinir.
Hac
ve umre nin sanıldığı aslında çok büyük bir maliyet de yok. Örnek olarak Antalya’da
yapılan bir tatil parasıyla karşılaştırabiliriz. Bir umre ortalama 1000 dolar
olduğunu düşünürsek, bunun en az 500 doları gidiş /geliş THY uçak biletine
gidiyor, konaklama, ziyaret yerleri ve diğer hizmetlerinizi acente sağlıyor.
Yani 1000 doların çoğu THY ve tur acentasına çok az bir kısmı da Araplara
gidiyor. Avrupa ya gittiğinizde daha büyük bedel ödüyorsunuz.
Bu
yazılanlara rağmen, hala umre yapmak istiyorum ama araplara para kaptırmak
istemiyorum diyorsan. Bunun da çözümü; Umre yapmak için bir Türk tur şirketiyle
görüşüp, Uçağınızın THY olmasını, Kutsal bölgelerde Türk hotellerinde kalmak
isteğini söylemeniz yeterli. Böylece sıkıntılarınızı aşmış olacaksınız. AHMET ARIKAN
2 -) “Şeytana atılan taşlar Suudi Arabistan yönetimi
tarafından paraylasatıyorlar” diyenlere
Cevap;
Özellikle, internet sitelerinde ve sosyal medyada dolaşan yalan
haberden biride, hac vazifelerinden biri olanşeytan taşlama için toplanan taşların
Suudi Arabistan yönetimi tarafından parayla satıldığına yönelik gerçek dışı haberler. Hiçbir delil olmadan
ortaya atılan bu iddiaya göre Müzdelife'deki görevliler milyonlarca hacı
adayına 7 taşı bir poşete koyuyor ve bu poşeti 3'er dolardan satıyor. Bu da Suudi
yönetimine taş satışından 135 milyon dolar kazandırıyor. Bunun üstüne bu yalan kuyruğuna takılanların
da eklediği yalanlar… Anlaşılıyor ki bu iddiayı ortaya atan kişilere kutsal
bölgeleri görmek nasip olmamış. Orayı görmüş olsalardı ne kadar komik duruma
düştüğünü görürlerdi. Taşlar sünnet üzere Müzdelife’de toplanır. Mina
bölgesinde şeytan taşlanır. Her taraf dağ taş. Sıcaktan yanan kayalar,
parçalanıp milyarlarca küçük taşlara bölünmüşler. Gözünüzü kapatıp eğilseniz
ellerinizle bir sürü taş toplarsınız. Zaten atılan taşlar nohut kadar küçük. Mantık
sınırlarını zorlayan bu iftiralar, son derece komik ve Hac ibadetinin
ruhaniyetine zarar vermeyi amaçlanmaktadır. Yandaki
foto herşeyi anlatıyor zaten.
AHMET ARIKAN
3 -) “Araplar çok pisler” diyenlere
Cevap;
Arap olsun veya herhangi ırka mensup osun insanlar arasında
mutlaka kişisel hijyeniğe önem vermeyen yani konumuzla irintili olsun diye “pis
insanlar” olabiliyor. Hatta pisliği bireysel yaşayanlar dışında, sapık dini
anlayışı veya toplumsal adetlerinde etkisiyle toplumlar düzeyinde de görmek
mümkün. Ama bunu bir ırka mal etmek
hiçbir mantığa akla sığmaz. Konu daha iyi anlaşılması adına, örneğin Hindistan’a gittiğinizde bunun
en somut delillerini gözünüzle açık açık görebilirsiniz. Hindistan’ın bir
bölgesinde midenizin alamayacağı bir şekilde, Ganj Nehri’ndeki insanların kötü hallerini
görürsünüz. Diğer bir bölgesinde de hayranlıkla izleyebileceğiniz şık, şatafatlı
ihtişamlı sosyete düğünlerini, lüks yaşamı. Diğer bir bölgesinde inek, fare her
türlü hayvanı tanrı kabul eden
insanları. Diğer bir taraftan da yazılımla dünyada söz sahibi olan
Hindistan’ı . Siz hiç duydunuz mu Hindistanlar milleti çok pis diye? Yada her
türlü canlıyı kedi köpek böcek.. yiyen Çinlileri? Buna benzer Asya, Afrika ve
diğer kıtalardaki milletleri … Yoksa bu pis oluş sadece araplara mı özgü?
Hindu dinine mensup milyonlarca
insanlar, dünyanın en geniş katılımlı dini toplantısı olarak addedilen Kumb Mela Bayramı için Ganj ve Yamuna
nehirlerinin sularına girip hacı oldukları inanırlar. Hinduizm inancında
ne olursa olsun Ganj Nehri'nin kirlenemeyeceği inancı vardır. Bu nehirlere aynı anda milyonlarca
insanların girmesiyle, nehrin pilikten rengi değişiyor, hatta kirliliğe
ek olarak birçok kanalizasyon hattı ve fabrika atıkları nehre boşaltılmıştır.
Aşırı kirlilik oluşturan deri sanayii ile birlikte nehre her gün tahminen 1
milyar litre lâğım aktığı da söylenmektedir. Ayrıca Hindular dini inanışlarına
göre, hamile iken ölen bayanları ve çocukların cesetlerini ganj nehrine
atarlar, Ganj nehrinde çok sayıda cesetin kıyıya vurup kuşlar tarafından
parçalanarak yendiğini de görebilirsiniz. Hindular bunun kutsal olduğunu düşünürler.
Devlet bu vahim durumu kurtarma adına, arıtma ve engellme çalışmaları için milyonlarca
dolar harcamışsa da bugün Ganj, dünyanın en kirli su kütlelerinden biridir.
Fakat Hindular bunu kabul etmemekte ve her kutsal âyinde nehre girmeyi
sürdürmektedir. Üstelik bu suda yıkanmanın yanı sıra içenler de olduğundan
sarılık, tifo gibi pek çok hastalık kapılmaktadır. Aynı zamanda bu kirlilik
uzun yıllardır nehir çevresinde yaşayan halk üzerinde alışagelmedik bir etki
yaratmıştır. Halk kutsal olduğuna inandığı nehir suyunu günlük işlerinde
kullanmaktadır ve bu da nehirin barındırdığı hastalıklara karşı zamanla
bağışıklık kazanmalarını sağlamıştır.Yerel halk bu yüzden nehirin suyunu şifalı
kabul etmektedir.
Aynı
şekildeFransa’ya ne demeli? Geçmişlerinde tuvalet kültürü olmadığından,
insanlar pis koktuğu gibi çevrelerinde pislikten geçilmediği tarihlerinde kayıtlıdır.
Bu kokudan kurtuluş adına parfümün icat edildiğini, topuklu ayakkabıların ve
döpriesleinde modadan değil insan dışkına basmamak için giyildiği de. Şu an
Avrupa’da tuvaletlerde hala taharet musluğu yoktur. Ayrıca İsrail’de Telaviv
havaalanında wc’ye girmek için pet şise aradığımı da unutamam. Vel hasıl dünyanın
her tarafında buna benzer örnekler görebilmek mümkündür.
Müslüman
temizdir, temiz olmak zorundadır. Allah ‘ın huzuruna çıkmadan önce abdest almak
zorunsadınız. Abdestin şartlarına uymak zorundasınız. Abdestin geçerliği içinde
tuvalet adabında başlıyor. Abdest olmaz sa namaz da olmuyor. Namaz olmayınca da
kulluk görevi de yerine gelmemiş oluyor. Her millette olduğu gibi Araplar
arasında da mutlaka pis olan kötü izlenim veren insanlar vardır. İşin ucu o
kişilerde kalmıyor, araplar üzerine lanse edilp, müslamanlığın tümüme
vardırılmak isteniyor. Çünkü Kur an Arapça, Peygamberimiz (sav) Arap soyundan.
Elinden kitabı alırsanız, peygamberini de yok sayarsanız Müslümanlara istediğinizi
yere kaydırısınız.
Asıl
sorumuza geldiğimizde, Hac ve Umre’ye gidenler, Harem-i Şerif etrafında (Kabe
çevresinde) olsun, Arafat'ta, Müzdelife'de, Mina'da, Mescid-i Nebevi çevresinde olsun birtakım insanların kenar
kıyıda, ortada olsun oturup elleriyle yemek yediklerini, geceleri de buralarda
açıkta yattıklarını görürler. Daha iyi tasvir etmek açısından şöyle düşünebilirsiniz,
İstanbul’un en büyük camilerden biri olan Süleymiye Camii’sine ziyarete
gelenlerin maddi durumları olmadıkları için avluda yerde yemek yediklerini.
Maddi imkan el vermediği için yanında taşıdıkları gıdaları ya da domates,ekmek
gibi yiyecekleri elleriyle yediklerini düşünün. Gece olunca da oldukları yerde
yattıklarını. Sürekli ziyaretçilerin akın ettiği yer olduğu için de bu
manzaranın sürekllik arz ettiğini. Ama belediye gün içerisinde teknolojik
donatılmış araçlarla hijyenik temizliklerini yaptıklarını, havlunun altına da
tuvalet ve banyolarla hizmet verdiğini düşünün.
Bizim
hacılar, hotellerinde sabah kahvaltısını yapmış, uykusunu almış, giysilerini
değiştirmiş, sıcağa karşı takkesini takmış harem-i Şerife bu şekilde giriyorlar.
Tabii ki karnı tok olunca, cepte de para olunca, bu olumsuz gözüken tabloyu
görünce “pis “ damgasını vurmaya başlıyorlar. Unutuyor ki, bunlar da Allah’ın
misafirleri olduğunu. Her türlü imkansızlığa rağmen Allah’ın evine geldiklerini.
Keşke olsa da onlarda bizim gibi uçakla gelseler, hotellerde kalsalar… Kim
istemez ki? Bizimkilerin gözleri hemen üst başa çevriliyor, ellerinde çatal
olmayışına. Yerde yemek yiyişlerine. Bir an içinde olsa kendini onların yerine
koyamıyor! Ben olsam sırf Allah rızası için, bu zorluklar içinde aç susuz,
disarda yatabilir miydim bir aylığına olsa bu kutsal yerlerde… Şükredeceğine,
kınıyor kızıyor din kardeşine. İyi de orada sığınılacak yer yok ki. Park bahçe
yok ki, göz önünde olmasınlar. Bu çölde Haremeyn’den başka sığınalacak yer yok
ki. Etraf hotellerle dolu. Gölge adına sığınlacak, mesire yerleri de yok. Çöl
burası. Yeme içme uyuma ihtiyaçlarını olabildiği hızlı bir şekilde halledip,
abdestini alıp hemen tavafa atıyorlar kendilerini. Siz olsanız gölgenin
olmadığı, Ortalama 50 derecede çöl sıcağında dışarıda hijyenik olarak nasıl
yaşam sağlardınız. O sıcakta sırtınızda seyhat çantasıyla. Parasız pulsuz
yabancı bir ülkede. Osmanlı olsaydı mutlaka bu insanlara kalacak yer, tabildot
yemek verirlerdi. Hatırlayın Osmanlı Medine’ye çuvallar yiyecek yolladıklarını.
Kabe örtüsünü de gönderdiklerini. Mimar Sinan hacılar susuz kalmasın diye su
yolu yapmak için Mekke’ye gittiğini. İnşaa ettiği Kabe Ravaklarını. Daha neler
anlatılabilinir …
Belki
sizlerde duymuşunudur, çok değil bundan 20/30 yıl öncelerini. Türkiye den giden
hacı adaylarını. O eski klimasız sert koltuklarda yapılan otobüs
yolculuklarını. Kaç tane ülkeyi geçerlerdi haftalarca yorgun yorgun. Yanlarında
1 ay fazla idare edecek yiyeceklerini taşırlardı. Çadırlarda kalırlardı o
kavurucu sıcaklarda. Onlardan hiçbir şikayet gelmez di kulaklarımıza. Ne
yorgunluk, ne pis insanlar şikayetini.
Hz.
Hacer Annemizi hatırlayalım, oğlu Hz İsmail ile Kabe’nin henüz inşaa
edilmeğinde yıllarda tek başına aç sussuz çölde yalnız kaldıklarında Rabbim
onlara Zemzem’i nasip etmişti. Zemzem özelliği susuzluğu giderir, doygunluk
hissi verir, şifa ediciliği özelliği vardır. Hz. Hacer Annemize nasibiyle
başlayan zemzem kuyusu, milyonlarca hacının aynı anda kullanmasına rağmen,
ülkerlerine bol bol taşımalarına rağmen halen oluk oluk akmaktadır. Hz. Hacer Annemiz
çok uzun bir süre çölde aç susuz kalmasına rağmen sadece zemzemle beslenmiştir.
İşte bunun idrak edilmesi gerekiyor. Buraya gelen bu insanlar da Allah’ın
misafirleri, Rabbim onları Zemzem ile bir nevi
vitaminle serumla besliyor, onların yorgunluklarını, aç ve susuzluklarını üzerinden alıyor ki,
onlarda da bu güç ve kuvvetle her türlü imkansızlıkşara rağmen ibadetlerini yapabiliyorlar.
Ev sahibi, misafirini en iyi şekilde ağırlıyor beytinde. İşte anlayamıdığımız
konu bu, her şeye dünya gözüyle bakmak, arka planı görememek. Belki bu
garibanların içlerinde Allah dostları, evliyalar vardır bizlerin göremediği.
Bu
insanların çoğunluğu fakir ülkelerden gelen daha çok Asya, Afrika kökenli.
Arapların zaten durumu genelde çok iyi. Arap,
Acem, Türk, Afrikalı, Asyalı ne oluşa olsun Allah katında herkes eşit. Bir nevi
Kabe müslümanların toplandığı en büyük kongre. Burada herkes yüce Allah’ın
misafiridir. Allah katında makbul olan tek şey takvadır. İhramın gayesi de bu
değil midir? İnsanlar kefen misali ihram giyerler. Herkes eşitlenir, ırk statü,
zenginlik ihram içinde erir gider. İhramlılara baktığınız da kimin zengin kimin
fakir, kimin üst düzey yönetici, kimin işçi olduğunu anlayamazsınız. Hac’cın
şuurunu iyi bilmek lazım. Yosa yaptığımız hac, Allah muhafaza turistik gezintinin
ötesine geçemez. Kutsal bölyeye girildiğinde en makbul olanı az konuşmak, az
yemek, az uyumak tefekkür halinde olmak.
Sizce
Allah katında hangisinin Hac’cı daha üstündür?
3 saatte uçakla rahat seyahat,klimalı lüks araçlarla hotele varış, yıldızlı
hotellerde dinlenme yeme içme yine acentalarin klimalı araçlara sizlere hizmet
vermesi mi? Yoksa bütün yoksulluklara rağmen günlerce haftalarca sürecek zorlu
yolculuk ardında kalacak yeriniz yok, kuru
yeme içme mi?
Hey
hacı şükret haline, o kardeşlerine acı dua et. Onların bu durumunu kötü şekilde
ülkende lanse etme. Sen de bir gün depremle veya bir musibetle her şeyini
kaybedebilirsin. Ülkemize sığınan Suriyelileri gör. Onlar da isterler miydi savaş
yüzüznden her şeylerini geride bırakıp aç susuz olarak göçebe olarak Türkiye’ye
sığınmak?
İşte
konunun özü bu. Milyonlarca hacılar, Kabe’ye girip çıktılarında imkansızlık
içindeki bu insanlarla karşılaşabiliyorlar. Bunlar asla dilenmiyorlar, asla
kimseyi rahatsız etmiyorlar. Boyunları bükük şekilde kendi ihtiyaçlarını
karşılayıp, bütün gün Kabe’de ibadetlerini yapıyorlar. Genel de hac dan
gelenler bunları görüp anlatıyor çevrelerine. AHMET ARIKAN
4 -) “Hac'ca gideceğinize parasını ihtiyaç sahiplerine verin” diyenlere
Hacca gitmek
yerine fakire yardım etsek daha iyi olmaz mı?
Cevap;
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İslâm, beş temel esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan
başka ilâh olmadığına, Hz Muhammed'in (s.a.v.) Allah'ın kulu ve son elçisi
olduğuna şehâdet etmek; Namaz kılmak; Zekât vermek, Kâ'be'yi Hac'cetmek ve
Ramazan orucunu tutmak" (Buhârî, İmân, 1, 2; Müslîm, İmân, 19, 22;
Tirmizi, İmân, 3; Nesâî, İmân, 13)
Bu şartlar İslam dininin direği
niteliğindedir. İslâm’ın şartlarını yerine
getiren kimseye müslüman denir. Bu şartlardan herhangi birini inkâr eden ise
dinden çıkmış olur.
Bedenle
yapılan namaz ve oruç ibadetinde nefis terbiyesi ağır basarken; mal varlığıyla
yapılan zekat, sadaka ve kurban ibadetlerinde dayanışma ruhu öne geçmektedir.
Hem bedenle hem de mal ile yapılan Hac ibadetine gelince, o bu özelliklerin
hepsini bünyesinde toplar.
“Şüphesiz
ki insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'deki mübarek ve âlemler için hidayet
vesilesi olan Kâbe’dir Orada apaçık alâmetler vardır, İbrahim'in makamı vardır
Kim oraya girerse emin olur Oraya (gitmeye) yol bulabilen kimseye Allah için
Kâbe’yi ziyaret etmek farzdır. Kim nankörlük eder (de imkânı olduğu halde
haccetmez)se (bilsin ki) Allah âlemlerden müstağnidir.”(Âli İmran, 96–97)
“İnsanlar arsında Haccı ilan et ki, gerek
yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana
gelsinler.”(Hac, 22–27)
"Hac ve Umre'yi de Allah için
tamamlayın!..."(Bakara, 196)
İnsan yaratılışı gereği Yüce
Allah’a karşı kulluğunu ortaya koymak ihtiyacındadır. Hac, kula en belirgin bir
şekilde Yüce Allah karşısında acizliğini ortaya koyma, kulluğunu ifade etme ve onun
verdiği nimetlere şükretme imkanı veren bir ibadettir. Çünkü Hac'ı; mal, mülk,
makam ve mevki gibi dünyevi unsurlardan sıyrılarak Allah’a yönelir. Sonsuz güç
ve kudret sahibinin karşısında teslimiyetini ve bağlılığını ifade eder.
Diyanet, her yıl Türkiye’ye
tanınan Hac kotası sayısınca, kayıtlı hacı adaylar arasında kura çekip Hac'ca gönderir.
7 yıl üstü bekleyenleri kurasız gönderip, kalan kısmı içinde adaylar arasında
kuraya tabi tutuyor. Yani istediğiniz zaman paranız da olsa yasal yoldan Hac 'ca
gidemiyorsunuz. İşçi vizesiyle gidenler haricinde. Diyanete kayıt yaptırıp her yıl kurayı bekleyip çıkmadığınız takdirde sonraki yıl gitmek içinde tekrar kayıt
yeniliyorsunuz. Uzun bir zaman bekliyorsunuz, ömür yeter mi yetmez mi Allah
bilir. Çünkü genelde emekli olunca, eleği duvara asınca gitme anlayışı var
ülkemizde. Şimdi bu hacı adaylarını düşünün her yıl kura zamanında heyecanla
bekleyip dururlar Hac'ca gitmeyi. Özenle biriktirdiği birikimiyle gitmeyi beklerler
kutsal yerlere. Bu insanların karşısına çıkıp,Hac'ca eceğinize paranızı
fakirlere dağıtın teklifinde bulunacaksınız. Tabiri caiz ise Allah’ın emrine
karşı çıkıp, hayır öyle değil, böyle yapın diyeceksiniz. Nedense fakire yardım
yapılması, sadece Hacıların parasına mahsus gibi. Sanki para boşa gideceğine
fakire gitsin. Siz hiç duydunuz mu Avrupaya defalarca seyahat edenlere böyle
teklif edenleri. ya da her sene kendi ülkesinde 5 yıldızlı tatile çıkanlara. Fakirleri
sadece hac parasıyla değil, boşa akıttığımız diğer israflarımız ile çözümler
üzerinde odaklanmalıyız. Her insan kendi hayatını süzgeçten geçirirse nice hac
paralarını israf ettiğini görecektir. Toplum olarak bu israf ettiklerimizin
yarısı kadarını tutabilsek herhalde yardım edecek fakir kimse kalmayacaktır Ülkemizde. Alkol, sigara, ithal edilen
lüks mallar, otomobiller, cep telefonları, AVM ler deki yabancı menşeli mal ve
hizmetler… Sonuç olarak hac parasına göz dikeceğimize, önce kanayan yaramız olan
cari açığı yol açan lüks mallara olan düşkünlüğümüzün neden olduğu savurganlığı son vermeye kafa
yoralım.
Denilebilir ki, bu iyi niyetle
söylenmiş masum bir öneri sadece. Bu kadar büyütmenin ne anlamı var. Sadece hac
ile ilgli değil, diğer dini vecibelerde de aynısı yapılmıyor mu? Kurban kesme parasını ihtiyaç sahibine ver… Bu
gibi masum gibi gözüken telkinler itikadımızı derinden vurmaktadır.
Her yıl hac zamanında, kurban
zamanında Bu öneriyi yapanlara, kimin ona telkin ettiği sorgulanmalı öncelikle.
Kul her zaman uyanık olmalı şeytanın oyunlarına karşı. Siz hiç duydunuz mu şeytanın
direk Allah’ın emirlerine karşı çıkın telkinini. Direk namaz kılma demez. Bunun yerine
daha masum sözlerden iyilik yapar gibi telkin eder. Şu işini yap ondan sonra rahat rahat kılarsın
namazını, daha vakit var der. Sonrasında kazaya bırakısın der. Sonrasında artık
gün bitti. Yarın kılarsın der, der, der. Allah’ın farz kıldığı bir emrine
karşı, mantık, akıl yürütülür mü? Rabbim bizden teslimiyet ister. Elçisine
uymamızı ister.
“İbadetler,
Allah nasıl emretti ve elçisi nasıl
gösterdi ise öyle yapılır.”Çünkü
ibadeti yapacak olan Mü’mindir. İnanan ve Allah’a bağlanan bir Müslüman için
ibadet bir yük değil, zevkle yerine getirmek istediği bir ihtiyaçtır. Mü’min bu
ihtiyacını Allah ve Rasulü’nün sunduğu program dahilinde yerine getirir.
Dolayısıyla ibadetlerin şekli ve yapılışı konusunda aklen yapılacak açıklamalar, nihayet bir yorumdan öteye
geçmez. Bu alanda akla gelebilecek pek çok sorunun cevabı şudur, “Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur ve onun için bu ibadetler böyle yapılmaktadır”.
"Ben
nasıl namaz kılıyorsam, siz de öyle kılın!" (Buhari, Edep, 27);
"Haccın
yapılışına ilişkin uygulama, fiil ve davranışlarını benden alın!"(Nesâî, Menâsik 220)
Ruh ve
bedenden oluşan insan, yapısı itibariyle dine muhtaçtır. Bu durum, hem bedensel
ihtiyaçları, hem de ruh sağlığı bakımından bir zarurettir. İnsan bu ihtiyacını,
aynı zamanda bir inanç, ibadet ve ahlak sistemi olan din vasıtasıyla
giderebilir.
İbadetlerin görünen yönlerinin
yanı sıra, çeşitli hikmetlerinin de varlığı inkar edilemez. Dolayısıyla,
onların şekillerinin ve yerine getiriliş biçimlerinin öğrenilmesi kadar,
hikmetlerinin de anlaşılmaya çalışılması bir ihtiyaçtır. Özellikle de hac gibi
bünyesinde pek çok sembolik anlamlı fiili bulunan ibadetlerin özünün ve ruhunun
yakalanabilmesi açısından bu ayrı bir önem taşımaktadır. Zira hac, baştan sona sembollerle dolu bir
ibadettir. Bir semboller haritasıdır âdeta. Tavaf, sa’y, şeytan taşlama, Arafat’ta vakfe
vb. hac ile ilgili fiil ve davranışların hepsi de sembolik anlamlar
taşımaktadır. İşte bu sembollerin anlaşılması ile yapılan bu ibadetin önemi ve
başka bir ibadetin hac ibadeti yerini tutmayacağı anlaşılır.
Günümüzde maalesef dinden uzaktan
yakından ilgisi olmayan insanlar, hacca gitmenin Araplar'a para yedirmekten
başka bir şey olmadığını söylüyorlar ve belki de bazı Müslümanlar bu sözlerden
etkileniyorlar. Halbuki hac Allah'ın
emridir. O kutsî mekanları ziyaret etmekle elde edilecek şeyler, başka
hiçbir şeyle elde edilemez. Hac farizasının yerini başka bir şey tutamaz. Kaldı
ki o İslam'ın üzerine bina edildiği beş temel esastan biridir. Hz.
Peygamber döneminde de şüphesiz muhtaç insanlar çoktu. Onlara yardım etmeyi her
fırsatta teşvik etmişlerdi. Ancak her ibadete ayrı önem vermiş birini diğerinin
yerine koymamıştır.
Blogumdaki, 4 ) HAC
ve UMRE'NİN YAPILIŞI - "GENİŞ ANLATIM"bölümünü mutlaka
okumalarını tavsiye ediyorum. Hac menasiklerini, hikmetleri anlatılmıştır. Böylece Haccın yerini
neden başka bir ibadet tutmayacağı anlaşılmış olacaktır. AHMET ARIKAN
SİZİN İÇİN SEÇTİĞİM KÖŞE YAZILARI / MAKALELER
İTİRAF / Serdar Tuncer
Kul olmak gibi bir derdi yok hiç birimizin.
Almayı istediğimiz ev, gördükçe iç geçirdiğimiz araba, kazanmayı hayal
ettiğimiz para kadar meşgul etmiyor kalbimizi kul olmak. Hayat dediğimiz şeyin,
altında biraz eğleştiğimiz bir ağaç gölgesi olduğunu unuttuk. Bu dünyada garip
bir yolcu olduğumuzu hatırlamıyoruz bile. Giderken geride bırakacağımız her
şeyin daha fazlasını avuçlarımıza almak istiyoruz. Yanımıza alacağımız yegâne
sermayenin azını bile tutamıyoruz ellerimizde.
Uykuya kurban ettiğimiz en son sabah
namazımızdan bahsediyorum sermaye derken... Asgarisini bile vermemek için
tanıdık hocaya kırk takla attığımız zekâtımızdan... Daha vakit öğleyi bulmadan
bir gıybete, bir haram nazara feda ettiğimiz oruçlarımızdan... Dönüş uçağına
binmeden hiç eylediğimiz haccımızdan, telaffuzu yarım yamalak, mânâsı kırık
dökük kelime-i şehadetimizden... Tevazu peçeli kibrimizden, ihlas libaslı riyamızdan,
zekâ kılıklı üç kağıtçılığımızdan, uyanıklık suretli dalaveremizden söz
etmiyorum hiç. Kulluğu ibadetten ibaret zannedişimizden ve onun bile
hakkını veremeyişimizden bahsediyorum.
Haydi itiraf edelim aslanlar gibi...
Allah rızası için sevip sevilmenin sadece lafı
var dilimizde. Sevdiklerimiz bir nimete erişince dillerimiz yalandan tebrik
ederken kalplerimiz hasedin hakikisini susuyor kendi içine. Tökezlemesin diye
koltuğuna gireceklerimizin ayakları kayınca, başımızı öte yana çevirip tebessüm
ediyoruz gizliden. Kolumuza sımsıkı girene değil, ayağımıza çelme takmayacak
olana dostum diyoruz artık. Eskiden düşmanına bile mert olmayana adam demezdik,
şimdi dostuna namertlik etmeyenin adı namuslu diye geçiyor lügatlerimizde. Ne
dedikodu etmeden bitirebildiğimiz bir sohbetimiz kaldı ne kardeşlerimizin etini
yemeden yapabildiğimiz bir muhabbetimiz… Kendi gözlerimizdeki ormandan
habersiz, başkasının gözündeki çöpü meze ediyoruz yemeklerimize. Dişlerimizdeki
kardeş artığını hangi kürdan nasıl temizleyecek, düşünmüyoruz hiç. Hiç kimse
tarafından eleştirilemeyecek kadar mükemmeliz hepimiz, herkesi eleştirebilecek
kadar bilgili. Her bir şeyi biliyoruz, haddimizden başka!
Haydi itiraf edelim ama Müslümanca...
Bir ilmihali bile baştan sona okumadık pek
çoğumuz. Ne necasetten haberdarız doğru dürüst ne taharetten. Otuz iki farzı
yarısına kadar sayamayız, elli dört farz gereksiz malumat zaten. Dindarlığı
kimselere bırakmayız, namaz dinin direği, deriz ama namazın şartlarını,
farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini kaçımız sayabilir, teklemeden? Babamız
ölse nasıl gasledeceğimizi, nasıl kefenleyeceğimizi, kabre nasıl koyacağımızı
bilmeyiz. Ama hangi ayet-i celilede neyin kast edildiğini, hangi hadis-i
şerifin niçin gerçek olamayacağını, hangi mezhep imamının nerede yanıldığını,
mezheplere niçin artık gerek kalmadığını biliriz. Öyle ya Google var yahu,
İmam-ı Âzam da kim oluyor?
Şirinlikten uzaksa üslubum beni ayıplamayın.
Sizi üzüyorsam beni bağışlayın. Kendi kavgama sizi de ortak ederek haddimi
aşıyorsam lütfen idare edin. Fakat itiraf edin, itiraf edelim ne olur... Şehrin
orta yerine çıkıp avazımız çıktığı kadar koro halinde başkalarına haykıralım
demiyorum. İçimizin tenhasına çekilip kendimize sessizce itiraf edelim.
Arakan umurunda değil hiç birimizin, Suriye’yi
çoktan unuttuk, Filistin bir slogandan fazlası değil dudaklarımızda, Doğu
Türkistan nereye düşer bilmeyiz bile… Bir dost sohbetinin orta yerinde iki çift
lafı geçti mi mazlumların, sanıyoruz ki vazifemiz tamam olmuştur. İki tivit
attık mı, hele bir de toplu mesaj gönderdik mi dertlenmiş sayıyoruz kendimizi
kardeşlerimizin derdiyle. Öyle ya Müslümanlık bu değilse nedir? Bir binanın
tuğlaları gibi, bir vücudun azaları gibi olmak bundan başka nasıl olur ki? Kaç
kardeşsiniz sorusuna Sezai Bey’den mülhem “iki milyar” deyiverdik mi sanırsın
ki halloluyor Ümmet-i Muhammed’in cümle dertleri.
Haksızlık etme demeyin bana, siz insaf edin
biraz.
Hangimizin rüyası hıçkırıklarla bölündü Allah
aşkına? Kaç geceyi uykusuz geçirdik zalimler elinden can veren kardeşlerimizin
sızısıyla? Kaçımızın kahkahası Arakan’da can veren bir mazlumun yüzü
gözlerimizin önüne gelip de donup kaldı yüzümüzde öylece yarım? Ne zaman
anasının gözleri önünde yakılarak öldürülen bir çocuğun feryadı çınladı
kulaklarımızda da, ağlayarak terk ettik bir yemek sofrasını?
Elimizden ne gelir diye düşündük mü hiç?
Elimizden geldiği kadarıyla azına çoğuna bakmadan kıyabildik mi sevgili
servetlerimizin hiç olmazsa bir kısmına? Paramıza kıyamamanın kendimize kıymak
olduğu geldi mi hiç aklımıza? Olsaydı gönderirdim demesin hiç kimse. Olandan ne
gönderdim diye baksın kendine. Azken veremeyen çokken hiç veremezmiş diye
tevekkeli dememiş kudemâ. Vermek sadece mal mülkle olmaz üstelik. Uykumuzu
bölüp başımızı mıhladığımız bir teheccüd secdesinde gözyaşı dökmeyi beceremeyecek
kadar da mı fukarayız?
İstanbul’da patlayan bombaya kayıtsız
kalan Batı’ya sövmekte haklı gördük hep kendimizi. Kendi doğumuzdaki yahut
güneyimizdeki bir ülkede hemen her gün kendini patlatan canlı bombaların
öldürdüğü insanlara bir Batılı lakaytlığıyla baktığımızı fark etmedik hiç.
Heyhat ki heyhat! Herkes kendi doğusunun bigânesi!
Haydi itiraf edelim. Harbi ama yani utandırmadan
dansözleri...
Tuttuğumuz takımın mağlubiyetine üzüldüğümüz
kadar üzülmüyoruz zalimler elinde can veren kardeşlerimize. “Vah, vah”larla
seyrettiğimiz haberler bir an evvel bitse de meftunu olduğumuz dizimiz başlasa,
şöyle biraz keyfimiz gelse diye bekliyoruz televizyon başında. Victoria
Secret’ın yeni melekleri, Arakan’ın şeytanlarından daha fazla dikkat çekiyor
ümmetin son umudu olan güzel ve büyük Türkiye’mde.
Bu işte bir yanlışlık var. Bizde bir yamukluk
var. Ve biz doğrulmadan o yanlış düzelmeyecek, düzelmez!
“Emrolunduğumuz gibi dosdoğru ol”madan biz, bize
dosdoğru olmayı emreden kitaba hakkıyla râm olmadan, bu emre muhatap oluşuyla
sakalları ağaran güzelin ardına tam bir teslimiyet ve sadakatle, gayret ve
muhabbetle düşmeden bu iş asla olmayacak.
VE itiraf etmeye utansak da bilelim ki, bu iş
olmadan, biz ne olursak olalım bizden bir şey olmayacak!
Serdar Tuncer / İtiraf
Yeni Şafak - 31.08.2017 tarihli köşe yazısı *****************************************************
Kötülüğün Cüreti İyiliğin Pasifliği / Kemal ÖZTÜRK
Sanırım
sizler de benim gibi bu sıralar aynı soruları soruyorsunuz kendi kendinize:
Neden kötüler daha cüretkar? Neden kötüler daha organize? Neden kötülük
daha hızlı yayılıyor? Neden iyilik daha edilgen? Neden
kötü insanlar daha baskın? Neden iyiler tek tek köşelerine çekiliyor?
Dünyanın haline bakın. Hepimizi
ateşe sürüklüyor kötüler. İki dünya savaşı çıkardıkları yetmiyormuş gibi, şimdi
de üçüncüsünü çıkarmak için uğraşıyor kötüler. Ülkelerin haline bakın. Myanmar’a
bakın, Suriye’ye bakın, Irak’a bakın, Yemen’e bakın, Filistin’e bakın,
Afrika’ya bakın… Binlerce insan kötüler tarafından
öldürülüyor, sürülüyor, işkence görüyor. İnsanın ölümü hiç bu kadar
sıradanlaşmamıştı. Toplu bir cinnet nöbetine tutulmuş gibi, kötüler dünyayı
yakmak için odun taşıyor her yere. Kötülük cahildir. Cehalet, kötülüğün mayalandığı
yuvasıdır. Cehalet ve kötülük, birini
tamamlayan iki element gibidir. İkisi bir araya geldiğinde, yanıcı madde
olurlar. Cehaletin ve kötülüğün birleşmesinden dolayı insanlığın canı çok
yanmıştır. Bilgi, kötülük için bir
prangadır. O yüzden bilmek istemezler. Bilmeyince korkmazlar. Korkmayınca
cüretkar olurlar. Kötülük neden korkacak ki? Kaybedecek bir şeyi yoktur
kötülüğün. Sonunda kaybedince kötü olacaktır. O zaten baştan kötü olmayı tercih
ettiği için kaybedecek bir şeyi yoktur. Kötülük yapmak, tesadüfi bir şey
değildir. İhtiyaridir, taammüden yapılır, isteyerek yapılır. İnsan, kazayla kötü olmaz,
isteyerek kötü olur. Kötülüğün tek ilkesi,
menfaatidir. Onun haricinde hiçbir ahlaki değeri yoktur. Bugün doğru dediğine,
yarın yanlış der. Bugün iyi dediğine, yarın kötü der. Bugün dost olduğuyla,
yarın düşman olabilir. Kötülüğün kıblesi, kendi
menfaatidir, kendi egosudur. Kötülerin dostu, kötülerdir. Kötü
bir insan, kötü birini yol arkadaşı seçer. İyi insanlardan vebadan kaçar gibi
kaçarlar. Kötüler, iyi insanların yüzünde kendi yansımalarını görürler.
Kötüler, iyi insanları şeytana benzetir. Şeytanlar diyarında melekler taşlanır (S. Şimşek). Etrafta gördüğümüz kötülükler
çirkin çalılara, ayrık otuna, zehirli sarmaşıklara benzer. Onlara müdahale
edilmezse, her yana yayılırlar. O yüzden bir kötülük gördüğünüzde
elinizle, dilinizle ya kalbinizle müdahale edin derler. Kötülük bulaşıcıdır,
yaygınlaşmaması için iyilerin müdahale etmesi gerekir. Kötülerin şaşırtıcı bir organize
olma yeteneği varıdır. Bunun sebebi ihtiraslarıdır. Menfaatlerine kavuşmak için
yüksek motivasyona sahiptirler. O yüzdendir ki, kötülük ele
geçirdiği topraktan, makamdan, koltuktan asla gitmek istemez, orada kalmak için
her şeyi mubah sayar. Kötüler, güce tapar, zayıfı ezer.
Zengini sever, fakiri horlar. Güçlüyü yüceltir, garibanı
dışlar. Kötüler amaçlarına ulaşmak için
tüm kutsalları ve doğruları yok sayar. Daha da ileri gider, tüm kutsalların ve
doğruların anlamını değiştirir, içini boşaltır, değersizleştirir. Kötüler haklı olduklarını
ispatlamak için yalanın en büyüğünü söyler, sesin en gürültülü olanını çıkarır,
şiddetin en büyüğünü uygular. Kötülük hiçbir zaman haklı
olamayacağını bilir. O yüzden kötülük haklı olmayı
değil, haklı görünmeyi hedefler. İyi insanlar kötü insanlardan
daha fazladır, ama daha azmış gibi görünür. Kötülük daha çok göze batar çünkü. Susmak iyi insanların en büyük
kaybıdır. Sustukları sürece kötülük zehirleyecek alan bulur kendine. İyi insanlar bir araya gelmeye,
organize olmaya ve kötülüğe karşı her birlikte direnmeye karar verdiklerinde,
kötüler için kabus başlar. Hep kötülük kazanıyormuş gibi
gözükür. Lakin kötülük kısa vadede kazanır, uzun vadede kaybeder. İyilik sonunda muhakkak galip
gelir.
Kemal ÖZTÜRK / Kötülüğün cüreti İyiliğin pasifliği